24 Aralık 2011 Cumartesi

İstiyor muyum yoksa Yapmalı mıyım?

Hani hepimizin çocukken duyduğu, öğrendiği bazı cümleler, değer yargıları vardır. Çoğu zaman nasıl ve nerede öğrendiğimizi hatırlayamadığımız ama hayatımıza yön veren…Farkında olmadan bir şeyleri yaparken buluruz bazen kendimizi. Bazen yabancılaşırız söylediğimiz şeye, yaptığımız davranışa. Bir yerlerde bir gariplik vardır, bir şeyler bizi rahatsız ediyordur ama nedir bulamayız. İşte bunlar bazen ‘içe aldıklarımız’la ilgilidir. Fark etmeden öğrendiğimiz ama bir türlü içselleştirmediğimiz, özümsemediğimiz değer yargılarıdır bizi rahatsız eden. Değişmesi gerektiğini fark etmeyiz bile çoğu zaman. Ama kemirdikçe kemirir bizi.
Bunlar yıllarca biriktirdiğimiz –meli,-malı cümleleri olarak karşımıza çıkar çoğu zaman. ‘Hep kibar olmalıyım’, ‘İnsanlara her zaman yardım edilmeli’, ‘Yemeğini tabağında bırakmamalısın’. Bazen ise bu kadar net değildir verilen mesaj. İnceden inceye işlenir içimize, anlatılmak istenenler. ‘Falancanın kızı, filancaya böyle yapmış, ahlaksız kız. ’ Ahlak kavramına ilişkin değer yargımız fark etmeden oluşmaya başlar. Bazen ‘iyi ebeveyn’ bazen ‘iyi eş’ olmaya dairdir duyduklarımız. Bazen de yeme alışkanlıklarımız ya da giyim tarzımızla ilgilidir. Çevreden birileri, aile büyükleri, saygı duyduğumuz insanlar biz küçükken dolaylı bir şekilde; yanımızda konuşarak, başkalarından örnek vererek hayata dair birçok konuda ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiği konusunda birçok fikir verir. Gün gelip de yetişkin olunca ortaya çıkar gerçekten içselleştirilen mesajlar ve içe aldığımız ama aslında içimize uymayanlar.

Nasıl ki çiğnemeden yuttuğumuz lokmalar hazımsızlık yapar ise, çiğnemeden yuttuğumuz mesajlar da eğer bünyemize uygun değilse gün gelir bizi rahatsız eder, kişiler arası iletişimimizi sekteye uğratır. Örneğin, senelerce çevresinden aldığı mesaj ‘insanlara her koşulda yardım etmelisin’ olan biri, gün gelip de kendi ihtiyaç ve isteklerini göz ardı etmeye başladığında, her zaman her koşulda başkalarının düşüncelerini ve isteklerini kendi isteklerinin önüne koyduğunda, her zaman ‘evet’ dediğinde kendi içinde bir huzursuzluk yaşamaya başlamışsa , ‘her koşulda yardım et’ mesajı onun için artık işlevsel değil demektir. İçe aldıkları bol olan insanlar çoğu zaman kitap gibi konuşur ve kurallar, değer yargıları konusunda pek az esneklik gösterirler. Çoğunlukla yapılacak, edileceklerle meşgulken isteklerinin pek farkında değildirler. Sorgulamak yerine çoğunlukla olduğu gibi kabul ederler hayatı. Ve içe alınanalar zorlaştırmaya başlar hayatı.

 Oysa çocukken hayatımızı kolaylaştırmıştır içe aldıklarımız çünkü nasıl yiyip içeceğimizi, nasıl yıkanacağımızı, nasıl yürüyüp konuşacağımızı öğrenmemizi ve bu sayede ihtiyaçlarımızı karşılamamızı sağlamıştır. Aynı zamanda çocukken ailemizin ve çevremizin onayını alırız bu sayede. Ama artık bir yetişkin olduğumuzda çocukluk öğretileri işe yaramıyorsa bir dönüp geriye bakmak ve dönüştürmek gerekebilir. Bir çocuğun koşulsuz onaya ihtiyacı olabilir ama bir yetişkin kendi seçimleri sonucunda onay almamayı da göze alabildiği sürece sağlıklı demektir. Öğrendiklerini sorgulayan, içsel süzgeçten geçiren ve gerçekten kendine ait yeni değer yargıları oluşturan bir insan ruhsal açıdan sağlıklı olabilir. Bazen o kadar içimize işlemiz olur ki öğrendiklerimiz, hangi davranış gerçekten bizim seçimimiz hangisi ‘çiğnemeden yuttuğumuz’ anlamak güçleşir. Neyse ki fark etmek için çok önemli bir ipucu vardır elimizde; bir cümleyi ‘yapmalıyım, etmeliyim’ diye mi tamamlıyoruz yoksa ‘istiyorum’ diye mi? İşte cevap burada gizlidir. Fark etmek ilk adım olsa da değiştirmek her zaman çok kolay değildir.  Kim bilir belki yeni yıl içimize dönüp bakmamız, içe aldıklarımızı keşfetmemiz için bir fırsattır. İsteklerinizin zorunlu hissettiklerinizden fazla olduğu bir yıl olması dileğiyle, iyi seneler…



12 Aralık 2011 Pazartesi

ÇOCUK GELİŞİMİ SEMİNERLERİ-1 Evde Montessori Sistemi:“Kendi kendime yapmayı öğrenmeme yardım et”

Uzun zamandır bu seminerin Trabzon'da gerçekleşmesini istiyordum.Montessori sistemini kendi yöneticiliğini yaptığı okulda başarıyla uygulayan Psikolojik Danışman Hilal Mutllusoy Öktem'in konuşmacı olacağı seminerin duyurusunu aşağıda bulabilirsiniz.Hepimiz için keyifli bir sohbetin ve değerli paylaşımların olacağına eminim.Kaçırmayın derim!

ÇOCUK GELİŞİMİ SEMİNERLERİ-1
Evde Montessori Sistemi:“Kendi kendime yapmayı öğrenmeme yardım et”

Bütün çocukların kalbinde yatan istek aslında budur. Günümüz dünyasının aşırı meşgul yetişkinleri olan bizlerse çoğu zaman onun yerine kendimiz yapmayı tercih ederiz. Ona de...neyim yaşatmak için ya vaktimiz yoktur ya da sabrımız. Biz bir an önce sonuca ulaşmak isterken çocukların süreçten keyif aldıklarını unuturuz. Oysaki her işi yetişkinler tarafından yapılan çocuklarda bağımsızlık ve öz disiplin gelişimi engellenir!

Montessori Eğitimi; çocuğun süreci yaşamasına izin verir ve ben kendim yapabilirim duygusunu hissettirir. Tüm dünyada 100 yılı aşkın bir süredir uygulanan ve her geçen gün saygınlığı artan Montessori yöntemini daha yakından tanımak, kendi çocuğunuzla evde yapabileceğiniz uygulama örneklerini görmek ve başka anne-babaların deneyimlerini paylaşmak için Psikolojik Danışman ve Montessori Eğitmeni Hilal Mutlusoy Öktem’in konuşmacı olduğu “Evde Montessori Sistemi” adlı atölye çalışmamıza davetlisiniz.


Yer:

Tevfik Serdar Kültür Merkezi.Maraş cad. No :14 Trabzon
15 Ocak 2012,Pazar-saat:13.00-16.00

Ücret:
30 TL. Tek kişi
50 TL. Eşli katılımlarda
Kayıt ve Bilgi Almak İçin: serragorgun@yahoo.com
0 505 2744636
* Katılım kontenjanla sınırlıdır; kayıt yaptırmak zorunludur.

Hilal Mutlusoy Öktem, Psikolojik Danışman, Montessori Eğitimcisi
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Rehberlik Psikolojik Danısmanlık bölümünden 1998 yılında mezun olduktan sonra 1999 – 2003 yılları arasında TED Aliağa Koleji İlköğretim Okulu‘nda Psikolojik Danışmanlık yaptı. 2003 – 2008 yılları arasında Amerika Birlesik Devletleri’nde bulundu. Bu sırada Uluslararası Montessori Birliği’nden 3 - 6 yaş Montessori Öğretmenliği ve Okul Direktörlüğü Sertifikası aldı. 2004– 2008 yılları arasında Seattle’da bulunan Montessori Plus Preschool’da çalıştı. Halen Ankara'da yöneticisi olduğu Binbir Çiçek Çocuklar Evi’nde çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıca İstanbul'da Küçük Kara Balık Çocuk Evi’ne danışmanlık yapmaktadır. Evli ve iki çocuk annesidir.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Çocuklarda Beslenme Düzeni

Anne olup da gelişim sürecinin en azından bir aşamasında çocuğunun beslenmesiyle ilgili sıkıntı yaşamayan var mıdır? Varsa o anne ya şanslı ya bilinçli annedir. İyi beslenmesini dilemek, sağlıklı şeyler yediğinden emin olmaya çalışmak annelerin hep üzerinde durduğu önemsediği bir konu olmuştur değil mi? İnancımız odur ki, bir çocuk ancak iyi beslenirse sağlıklı büyür, gelişir. ‘İyi beslenme’nin ise ucu açıktır. Küçüklüğümüzden beri ‘aman ha tabağında lokma bırakma’, ‘yemezsen peşinden ağlar’ sözleriyle büyüdük çoğumuz. Yetişkin olup çocuk sahibi olunca da çocuğun peşinden lokmaları sayan biz olduk.

Rüzgar ile yemek maceramız ilk bir yaş ve sonrası diye ikiye ayrılıyor. İlk altı ay sadece anne sütünden sonra, ek gıdaya başladık. Yeni tadlarla tanıştıktan kısa bir süre sonra iştahlı bir şekilde sunduklarımı yiyen bir çocuk buldum karşımda. Tabi ki zaman zaman reddettiği ve çok iştahlı yemediği şeyler oldu ama genel olarak hep istekliydi. Sebze çorbaları, et ürünleri, kahvaltı, meyve severek yedikleriydi. Buna rağmen hiçbir zaman kilolu bir çocuk olmadı. Ben de kilo alsın diye özellikle kalorili besinler vermedim. Bir yaşına yaklaşırken bir endişe aldı beni. Annemden hep duyduğum bir şey vardı. ‘Sen de bir yaşına kadar çok iştahlıydın ama sonra çok iştahsız oldun.’ Genetik geçiş yaşayacak mıydık acaba? Tam bir yaşında olmasa da belki bir ay sonra iştahında belirgin değişiklikler yaşanmaya başladı gerçekten. Çok severek yediği et ürünlerini artık pek tercih etmiyordu, sebzeler konusunda ise oldukça seçici idi.Tek değişmeyen şey ise meyve aşkıydı. Önce belirgin bir kaygı duydum, öyle ya kendi beslenme sürecim annem açısından çok zorlu değerlendiriliyordu. Sürekli ağzında lokmaları saklayan bir çocuk ve peşinde kaşıkla dolaşan bir anne. Kısa bir bocalamadan sonra durumu kabul ettim. Rüzgar artık büyüyor ve damak tadı oluşuyordu. Evet, keşke hep aynı iştahla ve seçmeden yemeye devam etseydi ama artık o tercihleri olan bir birey olma yolunda ilerliyordu. Ve seçimler her zaman benim istediğim gibi olmuyordu.

Bir yaş neden önemli çünkü itiraz etme mekanizması giderek oluşmaya başlıyor, seçimler belirginleşiyor ve çocuk kendini ortaya koyma mücadelesi veriyor. Her çocukta bu süreç böyle mi işler? Hayır. Bazı çocukların iştahında hiç değişme olmayabilir mi? Evet. Yazımın başında beslenme konusunda sıkıntı yaşamayan annelerin bazıları şanslı bazıları bilinçli demiştim ya, işte kendiliğinden iştahlı çocuğa sahip olanlar şanslı ama iştahsızlığı bir mücadeleye dönüştürmeyen anneler ise bilinçli diye düşünüyorum. Çünkü bu mücadelenin galibi yok. Ağızda dakikalarca bekletilen lokmalar, dökülen gözyaşları, bağırış çağırışlar sonucu yenilen iki lokmanın gerçekten çocuğa bir faydası dokunur mu? Her çocuk bir birinden farklı olduğu gibi her çocuk zaman içinde de farklılaşıyor. Buna saygı duyup yola devam etmek çocukla olan iletişimimizi güçlü kılıyor. Diş çıkarma, hastalıklar derken büyüme yolunda iştahı etkileyen birçok değişkene rastlıyoruz. Yapılabilecek en güzel şey biraz teşvik biraz özendirmeyle, zorlamadan sevdiklerini önüne sunmak, bitmez tükenmez bir mücadeleye girmemek, farklı zamanlarda yeniden ve yeniden belli besinleri denemek olabilir. Bazen bizim onun için az gördüğümüz gerçekten az olmayabilir. Öyle ya onun da kendi bedenine hangi yiyeceği ne kadar alacağına karar verme yetkisi olmalı. Kendi bedeni konusunda hiç kontrolü olmayan sürekli ağzına bir şeyler tıkıştırılan çocuklar gelecekte de hayatına ‘istemeden’ birçok şeyi sokan bireyler olmaya aday olabilir.

22 Kasım 2011 Salı

Susturulan Çocuklar


Çevremde sık sık görüyorum susturulan çocukları ve niye susturulduğunu anlamadan bakan gözleri. Nerede mi görüyorum? Ev gezmelerinde, sokakta, markette, dolmuşta, her yerde…Gözünüzde canlandırmaya çalışayım birkaç sahne,size de tanıdık gelecektir. Anne çocuğuyla ev gezmesindedir. Arkadaşlarıyla sohbet halinde olan annenin çocuğu tarafından sık sık sözü kesilmektedir. Çocuk sormaktadır ‘Bu ne?’ ‘Ayşe Teyze’lerin evinde gördüğümüz de bundan değil miydi?’. Doğal olarak meraklı ve heyecanlı olan çocuk ‘Uff hadi oğlum git arkadaşlarınla/oyuncaklarınla oyna’ diyerek susturulur. Çocuk kafasındaki ‘nasıl davranmalıyım’ kutusuna bir madde ekler: soru sormak yanlış! Babasıyla market alışverişinde olan başka bir çocuk, heyecanla etrafında gördüğü nesnelerle ilgi sorular sormaktadır, öyle ya, O’nun için bizim yıllardır gördüğümüz bildiğimiz birçok şey yeni ve merak uyandırıcıdır. Ama aldığı cevapla yeni uyanmaya başlayan merakı birden sekteye uğrar: ‘Sus bakayım, biraz sessiz ol’ . Nasıl davranmalıyım kutusuna bir madde eklenir: merak ettiğin şeyleri sorma! Annesiyle dolmuşta yolculuk yapan çocuk kıpır kıpırdır, hele de yol uzunsa, canı sıkılan çocuk habire bir şeyler söyler, sorar. Aldığı cevap ‘Şişştt sus bakayım, ayıp, burada yüksek sesle konuşulmaz’ ha bir de ‘çimdik’ eşlik edebilir bu azarlanmaya. Kutuya bir madde daha eklenmiştir: Soru sormak, merak etmek ayıptır! Anne ve baba pazar sabahı bir şeyler konuşuyorlardır, yaşı biraz daha büyük olan çocuk ise, fikrini söyler, yorum yapar ya da itiraz eder. Aldığı cevap ‘Burada büyükler konuşuyor, sen karışma’.Kutuya eklenen madde: Büyüklerin sözüne karışılmaz, itiraz edilmez, senin fikirlerin değersiz! Bu örnekler kolayca çoğaltılabilir ama diyaloglar hep benzerdir.
-Bence böyle olsa daha iyi olur…..Anneye itiraz etme.
-Bu ne?Bu ne?.....Git biraz da babana sor.
-Ama ben…Sus
Sonra aradan yıllar geçer hem de yavaş yavaş değil, hızlıca. Bu çocuklar okullu olmuştur. Anne baba gururlu ve mutludur. Biricik çocukları artık eğitim hayatına başlayacaktır. Ve elbette beklenti büyüktür. Girişken, atak, tuttuğunu kopartan, hakkını arayan, başarılı v.s. bir çocuk olmalıdır. Gel gör ki beklenenin aksine derslerde söz almaktan çekinen, arkadaşları arasında hakkını arayamayan, aslında bir sürü fikri olmasına rağmen dile getirmekten utanan bir çocuk vardır ortada. Aile telaşlanır, onların çocuğu nasılda böyle olmuştur. Suç başkalarına atıldıkça atılır. Öğretmen, arkadaşlar, çevre hatta dersler bile suçlu olabilir ama kendileri asla!
Oysa yıllarca ‘nasıl davranmalıyım’ kutusuna doldurulan maddeler şimdi kendisinden beklenenin tam tersidir. Özgüvenin temelleri ailede atılır. Bir çocuğa, ebeveynleri tarafından sorularına cevap verilmesi, fikirlerine saygı duyulması, evde söz hakkı olduğunu bilmesi kadar kendisini değerli hissettirecek, özgüvenine katkı sağlayacak başka bir şey düşünemiyorum. Ancak ev hayatında kendini önemli ve değerli hissedebilen bir çocuk ilerde hem sosyal hayatta hem de eğitim hayatında girişken olabilir. Yıllarca susmanın doğru olduğunu öğrenmiş bir çocuktan birdenbire atak bir çocuk ortaya çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçi olabilir ki. Patronuna fikir beyan etmekten ödü patlayan, yeni bir işe girişmekten korkan, evlilik hayatında her şey kötüye gitse bile değiştirecek cesareti olmayan, kendine sunulanları tartışmasız kabul eden bu günün yetişkinleri geçmişin susturulan çocuklarıdır aslında!
Çocuklar doğdukları andan itibaren doğal bir merak içindedirler. Bu merak sayesinde yaşama tutunur ve birçok beceriyi edinirler. Yeni doğmuş bir bebek kendisi için yepyeni olan bir dünyaya uyum sağlamak için ellerini ve ağzını kullanır. Ağzına götürdüğü her şey aslında onun dünyayı tanıma çabasıdır. Dil gelişimi önce beden diliyle kendini gösterir. İşaret ettikleri nesnelerin ismini söylemek, dil gelişimine katkıda bulunurken aynı zamanda öğrenme isteklerini besler. Bazen bu süreç anneler için çok yorucu olabilir. Rüzgar da şu anda tam bu aşamada. Kelime dağarcığı gittikçe genişlerken aynı zamanda birçok şeyi işaret ederek sormaya ve istemeye devam ediyor. Elbette zaman zaman zorlayıcı oluyor ama cevap verdiğimde yüzündeki ifadeyi görmek buna değer diye düşünüyorum. Ve bir sonraki aşamayı heyecanla bekliyorum. Yani soru sorma aşaması. ‘Bu ne?’ ve ‘Neden?’ sorularını bazı çocuklar gün içinde birçok kez tekrarlarlar. Bu aşama bir öncekinden daha yorucu ama keyifli olacaktır ebeveynler için. Bazen aynı şeye onlarca kez cevap vermek gerekebilir. Zaman geçtikçe sorular çok daha komplike olmaya başlar. Dört beş yaşlarındaki bir çocuk bazen bizi zor duruma sokacak sorularla karşımıza çıkabilir. Çevrede olup biten olaylara, doğa olaylarına, gündelik yaşama hatta cinselliğe dair sorularla bizi şaşırtabilirler. Hiç cevap vermemek ya da duymazdan gelmek yerine yaşlarına uygun cevaplar vermek ya da gerçekten bilmiyorsak ‘ben de bunu bilmiyorum ama en kısa zamanda öğrenip sana anlatacağım’ demek daha uygun olacaktır. Tabi sadece soru sorma değil zaman içinde yorum yapma ve fikir yürütme becerileri de oldukça gelişecektir. İşte tam da bu noktada, onlara bizim için değerli olduklarını hissettirebilirsek ne mutlu bize. Tek yapmamız gereken dinlemek, söz hakkı tanımak ve cevap vermek. Tabi ki her çocuğun doğuştan getirdiği belli özellikler var. Ve her çocuk diğerinden farklı. Ama elimizden gelen buysa eğer, geleceğin kendine güvenli çocuklarının yetişmesine katkıda bulunmak için denemeye değmez mi?



17 Kasım 2011 Perşembe

Çocuklar için Evde Montessori Uygulamaları

Önceki yazımda felsefenin temellerinden bahsetmiştim bu yazıda ise Montessori’nin ev hayatına nasıl uyarlanabileceğinden bahsedeceğim. Öncelikle Montessori felsefesinde dünyayı çocuk üzerinden görebilmek ve onun hayatını kolaylaştırabilmek en önemli unsurlardan birisi. Oysa gündelik hayatta birçok düzenleme çocukların değil bizim hayatımızı kolaylaştıracak şekilde yapılıyor. Montessori ,çocuk dünyaya geldiği andan itibaren çocuk odaklı bir çevre düzenlemesi öneriyor. Çocuğun kullanım alanındaki birçok nesnenin çocuğun boyutlarına uygun olarak düzenlenmesi ilk adım. Şöyle bir çevremize baktığımızda devler ülkesinde yaşayan çocuklar görmüyor muyuz? Masalar, sandalyeler, raflar, koltuklar, lavabo v.s. birçok şey doğal olarak biz yetişkinlere göre tasarlanmış. Bizim dünyamıza katılan bir çocuk kendi boyutlarında eşyalar bulmakta çoğu zaman zorlanıyor. Bunları yazarken aklıma geçtiğimiz senelerde yayımlanan bir yarışma programı geldi. Yarışmanın ismi XXS (ekstra ekstra küçük). Yarışmacı aileler normalden 100 kat büyük eşyalarla döşenmiş bir evde verilen talimatları yerine getirmeye çalışıyor ve oldukça zorlanıyorlardı. Gerçekte çocuklar için durum bu kadar zorlayıcı olmasa da, çocukların gözünden dünyayı görebilmek için iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Montessori’nin çocuklar için uygun gördüğü dünyada, çocuğun yaşam alanındaki her odada onun ulaşabileceği eşyalar olmalı ve çocuk özgürce, kimseye bağımlı olmadan hareket edebilmeli. Örneğin; oyuncaklarını istediği zaman istediği yerden alabilmeli, kıyafetlerine istediği zaman ulaşabilmeli, mutfakta ve banyoda yapılacak düzenlemelerle ihtiyaçlarını görebilmeli. Sade, göz yormayan ama uyumlu bir dekorasyonla, tehlike yaratacak durumları ortadan kaldırarak ve olabildiğince boş alan bırakarak hareket özgürlüğü sağlanmalı. Montessori’ye uygun düzenlenmiş evler için birkaç örnek:

http://amontessorihome.blogspot.com/search/label/Montessori

 

 

Burada da Nuran Hanım'ın oğlu için yaptığı düzenlemeyi görebilirsiniz. Evi oğlu için işlevsel bir hale getirmiş.Tüm bu düzenlemeler sayesinde çocuğun daha özgür, huzurlu ve özgüvenli olması amaçlanıyor aslında. Ben de evde Rüzgar için uygun bir yaşam alanı yaratmaya çalışıyorum ve gerçekten istediklerine ulaşabildiğinde daha huzurlu olduğunu gözlemliyorum. Çevremizde sıkça rastladığımız, yaygın olan bir inanış ise çocuğa uygun bir düzenleme yapmak yerine bolca ‘hayır’ demenin uygun olacağı şeklinde.‘ Ben çocuğumu büyütürken hiçbir şeyi ortadan kaldırmadım’  cümlesini duymuşuzdur. Bu sayede çocuğun kuralları öğreneceği ve onun bizim dünyamıza uyum sağlaması gerektiği varsayılıyor. Aynı zamanda çocukla otorite savaşına giriliyor. Bu süreçten galip çıkan anne, kurallarını benimsettiği için kendisiyle gurur duyarken, bolca hayırla çocuğun bağımsızlık ve kendini ortaya koyma sürecini sekteye uğrattığını fark etmiyor bile.
            Montessori’nin üzerinde durduğu noktalardan birisi de çocuğun vakit geçirdiği malzemeler. Doğal malzemelerin özellikle ahşabın kullanımını önemsiyor. Zaten çocukları gözlemlediğimizde gerçek yaşam malzemelerine ve bizim evde kullandığımız birçok araç gerece, klasik oyuncaklardan daha düşkün olduklarını görmüyor muyuz? Kendi boyutlarına uygun ama gerçek tabak, çatal, bardakla yemek yemeleri, tencere, tava, mandal v.b. eşyaları kullanmaları aynı zamanda hayata hazırlık yapmalarını sağlıyor. Çocuklar bizim ‘iş’ olarak gördüğümüz birçok aktiviteyi yapmaktan keyif alıyorlar. Peki biz onlar için hangi ‘işleri’ oyuna dönüştürebiliriz? Örneğin ayakkabı boyamak, çiçek ekmek ve sulamak, çamaşırları çekmeceye yerleştirmek ya da almak, kovayı bir yerden bir yere taşımak dört beş yaşındaki bir çocuk için eğlenceli aktiviteler olabilir, iki üç yaşlarındaki bir çocuk ise biz çamaşır ya da bulaşık makinesini boşaltırken kolaylıkla bize yardım edebilir. Rüzgar henüz 17 aylık olmasına rağmen, makineleri boşaltmak konusunda o kadar hevesli ki, yıkama işleminin bittiğini belirten ‘bip’ sesini duyması bile heyecanlanması için yeterli oluyor. Aktiviteler sınırsız aslında, evde yapılacak herhangi bir iş yaşlarına uygun olduğu sürece ilgi alanlarına girecektir.Bize düşen, bu süreçte evdeki gerçek malzemelere ( tehlike içermediği sürece) ulaşmalarına fırsat vermek, oyuncaklarını ise işlevsel, doğal malzemelerden seçmeye çalışmak olabilir.
                 Montessori oyun oynarken neler yapılabileceği konusunda da birçok yol gösteriyor. Örneğin, çocuk gelişim dönemine uygun ve bizim onun için özenle seçtiğimiz materyallerle ilgilenirken, olabildiğince sessiz kalmamız ve sessiz sakin bir ortam yaratmamız konsantrasyonlarını bozmamak açısından önemli.Ortamın sessizliği kadar, çok sayıda oyuncağa aynı anda maruz kalınmaması da önemli konsantrasyonu sağlamak için. İlgilenmesini istediğimiz materyalleri dönüşümlü olarak ortaya çıkarmak iyi bir yol olabilir. Çocuk bir aktiviteyle ilgilenirken söylenen yerli yersiz ‘aferin’ler çocuğun keyif aldığı bir aktiviteyle meşgulken dikkatlerini dağıtabileceği gibi bir zaman sonra sadece ödül almak için o eylemi yapmalarına sebep olabilir. Bizim için bir işi doğru yapıyor olmaları önemli olabilir ama çocuklar için sonuçtan çok süreç önemlidir. Bir işle meşgulken o süreçten keyif alıyor olmaları yeterli aslında.
Daha önce ulaşabilecekleri alanlara oyuncaklarını ya da malzemelerini koymanın öneminden bahsetmiştim. Böyle bir düzenlemeyle zaten istediği oyuncağa isteği zaman ulaşabilen bir çocuk, ne kadar süreyle ilgileneceğini de kendisi belirleyecektir. Montessori’ye göre çocuğun bir aktiviteye dair enerjisi ve ihtiyacı tükendiğinde diğerine geçer. Zorlamaya, aceleye sevk etmeye gerek yoktur. Bazen, onun hayatını kolaylaştırdığımızı düşünerek müdahil olduğumuzda ve ‘dur bakayım sen alamazsın ben vereyim’ ya da ‘dur sen yapamazsın ben senin yerine yaparım’ dediğimizde kendine güven ve bağımsızlık yolunda attıkları ilk adımları engellemiş oluyoruz. Özellikle bizim kültürümüzde ‘iyi annelik’ kavramı kol kanat germek, üstüne titremek, onun yerine toplamak, yedirmekle özdeşleşmiş durumda. Oysa özgür, kendi kendine yetebilen çocuklar için denemesine, düşüp kalkmasına, döküp saçarak yemesine fırsat vermek iyi olmaz mı?
           Montessori’ye dair söylenecek, anlatacak çok şey var. Diğer alternatif eğitim modelleri gibi O da, sadece bir eğitim sistemi değil yaşam felsefesi sunuyor bize. Ama özünde ‘proje çocuklar’ değil mutlu, özgür, kendine yeten çocuklar yetiştirmekten bahsediyor. Aslında hepimiz bunu istemiyor muyuz?

Montessori Yöntemi’ni daha yakından tanımak için:




13 Kasım 2011 Pazar

Çocuk Yetiştirmeye Alternatif bir Bakış: Montessori Yöntemi


Alternatif sözcüğünün bana hissettirdiği şey, elimizdekiyle yetinmemiz gerekmediği, bir yerlerde bir farklılık, değişiklik olduğu. O yüzden de alternatifler heyecan verici ve merak uyandırıcıdır benim için. Konu eğitim olunca da durum pek farklı değil aslında. Alternatif eğitim denilince var olan, geleneksel eğitim anlayışından farklı bir şeyler olduğu kastediliyor. Yani, bu eğitim modelleri tepeden inme, dayatmacı, ezberci değil. Farklı seçenekler sunuyor, çocuğun doğasına ve öğrenme gücüne saygı duyuyor, var olan potansiyelin ortaya çıkmasına fırsat veriyor. Kulağa hoş geliyor değil mi? Pratikte bu eğitim sistemlerinin çok yaygın olduğunu düşünebiliriz ama durum pek de öyle değil. Teorik olarak kulağa hoş gelen alternatif eğitim, pratikte hala, geleneksel eğitim anlayışı kadar yaygın değil. Özellikle Türkiye’de baskın şekilde geleneksel eğitim anlayışını görmek mümkün. Bunun sebepleri başka bir yazının konusu olabilir.
Bu yazıda bahsetmek istediğim beni en çok etkileyen alternatif eğitim sistemlerinden birisi olan Montessori eğitimi. Montessori eğitimiyle tanışmam birkaç sene öncesine rastlıyor. Eğitim hayatımda bu tanışıklığı yaşamamış olmam üzücü olsa da neyse ki tanıştıktan sonra beni çabucak ve derinlemesine içine aldı. Annelik sürecim, öğrendiklerimi uygulamak için fırsat sundu bana. Denerken keyif aldım, heyecanlandım ve öğrenme isteğim daha da arttı. Özel hayatıma birebir uyarladığımı söyleyemem ama ilham aldığım ve derinden etkilendiğim bir gerçek.
Öncelikle bu yöntem nasıl ortaya çıktı bir bakalım. Eğitim sistemine ismini veren, İtalya’nın ilk kadın tıp doktoru ve eğitimci Maria Montessori’nin (1870-1952) zihinsel engelli çocuklarla çalışırken kullandığı, etkinliğini gördüğü yöntemleri daha sonra diğer çocuklara da uygulamasıyla ortaya çıktı. İlk Montessori Okulu’nu 1907’de açmasının ardından yöntemleri ve bunların etkinliği kısa sürede birçok kişi tarafından benimsendi. Aslında, Maria Montessori sadece bir eğitim sistemi değil bir felsefe orta koydu. Öncelikli olarak okullarda bu yöntem yaygınlaştı ve dünyada birçok Montessori Okulu açıldı. Türkiye’de bu yöntemle eğitim veren birkaç tane okul öncesi kurum var artık ama henüz ilköğretim düzeyinde eğitim veren okul yok. Peki O’nun yönteminde insanları bu kadar etkileyen ne idi?
Montessori geleneksel eğitim anlayışından farklı olarak, çocuğun özgürleşmesi, bireyselleşmesi ve potansiyelini ortaya çıkarmasını önemsedi. Çocuğun belli kalıplara sokulması, dayatmalarda bulunma ve her yaş döneminden aynı şeyi bekleme Montessori yönteminin uzak durduğu noktalardan bazıları. Montessori, çocuklarla uzunca zaman geçirdikten ve onların her bir evrede farklı alanlara yatkın olduğunu gördükten sonra yöntemini oraya koydu. Öncelikle Montessori 0-6 yaş dönemindeki çocuğun zihnini emici zihin olarak adlandırıyor. Bu dönem çocuğun algısının çok açık olduğu ve zaten doğası gereği, kendiliğinden almaya, öğrenmeye hazır olduğu bir dönem. O yüzden sadece belli duyarlılık dönemlerini dikkate almak ve bu süreci desteklemek yeterli, öğrenmeleri için. Duyarlılık dönemiyle kastedilen belirli yetenek ve kazanımların belirli yaşlarda, eğer fark edilir ve desteklenirse, çok daha kolay elde edilmesi. Bu dönemler kaçırıldığında ileriki yaşlarda bu yetenekleri kazanmak çok daha zor ve çaba gerektiren bir uğraş haline geliyor. Duyarlılık dönemlerini şöyle sıralayabiliriz:
Hareket (0-1 yaş): Hayata yeni adım atan bebek, kasları geliştikçe kontrollü bir biçimde hareket etmeyi öğrenir. Rahatça hareket etmesine fırsat tanımak, denge sağlamayı öğrenmesi ve hayata daha sağlam tutunması açısından önemlidir. Bu dönemde bir çok anne baba bazen güvenlik bazen de hijyen endişesiyle çocuklarını yere bırakmaktan kaçınarak pusetten yatağa, yataktan kucağa alırken, aslında hareket özgürlüğünü kısıtladığının farkına varamıyor. Oysa çocukların yerde sürünmeye, adımlar atmaya, düşüp kalkmaya ihtiyacı var.
Küçük nesneler(1-4 yaş): Bu yaş döneminde çocuğu olanlar kolayca gözlemleyecektir. Küçük detaylarla uğraşmak, küçük objelerle oynamak oldukça ilgilerini çeker. İnce kasları geliştikçe el becerisi gerektiren birçok davranışta bulunabilirler. Bu duyarlılık döneminin farkında olmak ve desteklemek el-göz koordinasyonun gelişmesi açısından önemlidir.
Dil (2-4 yaş): Çocuğun dile duyarlı olduğu bu dönemde birkaç dili bir arada öğrenmesi sonraki yıllarda öğrenmesinden çok daha kolay oluyor. Yetişkinler ya da daha büyük yaş grupları aylarca, yıllarca çaba harcarken, bu dönemde uygun fırsatlar yaratarak, zorlamadan birkaç dil öğretmenin mümkün olabileceğini görüyoruz.
Düzen (1-4):Bu dönemde düzen konusunda daha hassas olan çocuklar zaten içten gelen bir şekilde düzen sağlamak istiyorlar. Hatta düzenleri bozulduğunda öfkeli ve hırçın olabiliyorlar. Biz yetişkinler için çok da önemli olmayan birçok aksaklık onları huzursuz edebiliyor ve bu durum duyarlılık dönemleri bilinmediğinde anlaşılmayabiliyor. Bu süreci desteklemek için yapılması gerekenler, çocuğun gündelik kullanım alanındaki eşyaları aynı şekilde ve aynı yerde bulundurmak, oyuncakları dağıldığında onu da teşvik ederek birlikte toplamak, onu haberdar etmeden düzeninde değişiklik yapmamak, uyku, beslenme ve gündelik ihtiyaçları için bir rutin oluşturmak ve olabildiğince bunu bozmamak olabilir. Aslında biz yetişkinler de düzenimiz isteğimiz ve bilgimiz dışında değiştiğinde, aradığımız bir şeyi yerinde bulamadığımızda huzursuz olmuyor muyuz? Çocuklar için de durum pek farklı değil. İleriki yaşlarda ‘neden bu çocuk bu kadar dağınık’ şeklinde yakınmaları olan birçok anne için aslında cevap burada gizli. Düzene duyarlı olduğu dönemi desteklemek ve yönlendirmek hem ilerisi için hem de aslında o dönemi huzurlu geçirmeleri için önemli. Aynı zamanda bir çok anne çocuklarının oyuncaklarıyla uzun süre oynamamasından şikayet eder. Çocuklar, oyuncakları karma karışık bir şekilde sepetlere tıkıştırıldığında oynamak konusunda çok hevesli olmayabilirler. Oynasalar da bir oyuncaklarıyla oynadıkları süre çok kısa olabilir. Bizim için de aynı durum geçerli değil mi? Dağınık bir masada çalışmanız gerektiğini düşünün ya da karışık bir mutfakta yemek yapmanız gerektiğini, keyif alır mısınız? Dikkat süreleri biz yetişkinlerden çok daha kısa olan çocukları düşündüğümüzde, bir aktiviteyle belli süre ilgilenmeleri ve oynamaktan keyif almaları için oyuncakların belli bir düzen içinde kategorilerine göre ayrılması ve çok sayıda oyuncağa aynı anda maruz kalmamaları gerektiğini söylüyor Montessori yöntemi.
Müzik (2-6 yaş): Bu dönem çocuğun müziğe karşı son derece hassas olduğu, ritm ve melodiye ilgi duyduğu bir dönem. Yine diğer dönemler gibi bu dönem de uygun bir şekilde desteklendiğinde var olan bir yeteneği keşfetmek ya da geliştirmek bir başka döneme göre çok daha kolay oluyor.
Nezaket kuralları (2-6) : Çocuklar en çok nasıl öğrenirler? Bazen istediğimiz bir şeyi bazen de hiç uygun görmediğimiz bir şeyi en çok da bizden görerek, bizi taklit ederek öğrenmezler mi? Çocuğun görgü ve nezaket kuralları açısından duyarlı olduğu bu dönemde, teşekkür etmek, rica etmek, yardım etmek gibi olumlu birçok özelliği doğru model olarak içselleştirmelerini sağlamak mümkün. Yakın çevresinden bu davranışları görüyor olması, bunları öğrenmesi için dayatmaktan ya da ‘hadi bakalım amcaya teşekkür et’ ya da ‘ hadi arkadaşına ver bakalım oyuncağını’ demekten çok daha etkili aslında.
Diğer kritik dönemler ve yaş grupları da şöyle sıralanabilir: Matematik (4-6 yaş),
Okuma ( 3-5 yaş), Yazı yazma (3-4 yaş). Matematik, okuma ve yazı yazma için şunu söylemek uygun olacaktır. Montessori yönteminde, bu becerileri edindirmek için zorlama yok. Sadece diğer kritik dönemler gibi bu yaş dönemlerinde de bu beceriler için özel hazırlanmış materyallerle, oyun içerisinde, kendiliğinden bu becerileri edinmeleri teşvik ediliyor.  Özet olarak duyarlılık dönemleriyle ilgili en önemli nokta, her duyarlılık döneminin bir sonu olduğu ve uygun şekilde her dönemi desteklemenin ileriki yıllarda çaba göstererek aynı becerileri edinmeye çalışmaktan çok daha kolay olacağı. Montessori yöntemini kısaca tanıtmaya çalıştım. Bir sonraki yazım bu yöntemin ev hayatına nasıl adapte edilebileceğiyle ilgili olacak.
Yararlandığım Kaynaklar:
Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir-Tim Seldin (Kitap)
http://digital.library.upenn.edu/women/montessori/method/method.html#XXI




Merhaba!!!

Bundan sonra buradan yazılarımı sizlerle paylaşacağım.Özünde 'insan davranışı' olacak yazılarımın.Bazen çocuklar, bazen de yetişkinler odak noktam olacak.Kişisel penceremden oğlum Rüzgar'ı ve buna paralel olarak çocuk gelişimini,yetişkin davranışlarını,eğitim anlayışımı yazmaya çalışacağım. Yorumlarınızı okumak beni mutlu eder. Keyifli okumalar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...