26 Mayıs 2012 Cumartesi

Ve günlerden bir gün leylek, bir kardeş getirir!


Bu aralar yakın çevremde kardeş çatışmalarına tanık oluyorum. Ailelerin endişelerini ve çıkmazlarını görüyorum. Her ne kadar masallar, leylek bebeği getirir, aile bireyleri onu sevgiyle kucaklar, mutluluk içinde yaşarlar dese de… Çoğunlukla, yeni bir bebek geldiğinde, masallardaki gibi tozpembe bir tablo beklemez ev halkını. Anne baba hem yeni gelen bebek hem de diğer çocuk arasında mekik dokumaya, denge kurmaya çabalar. Biz nerede yanlış yapıyoruz? Neden birbirlerine alışamadılar soruları meşgul eder zihinleri. ‘Galiba kardeşini kıskanıyor’ düşüncesi dile getirilmeye başlanır yavaş yavaş.

Aslında aylar öncesinden birçok evde ‘ağabey/ablayı duruma hazırlama’ egzersizleri yapılır. Annenin karnı büyümeye başladıkça orada bir bebek olduğu anlatılır, büyük çocuk hazırlıklara dahil edilir.  Ama bebek dünyaya geldiğinde evdeki hesap çarşıya uymaz çoğu zaman. Onca çabaya rağmen büyük çocuğun halinde tavrında bir değişiklik, huzursuzluk, bebeği sevme görüntüsünün altında ‘sıkıştırma’ ve daha önce olmayan hırçın davranışlar görülebilir. İşte bu noktada  ‘biz nerde yanlış yaptık’ düşüncesi beliriverir. Biz yetişkin bakış açısıyla aylarca her şeyi anlattığımızı, O’nun da anladığını varsayarız. Hamilelik sürecinde her şey yolundadır çünkü. O’nu seveceğini, beklediğini söylüyordur. Oysa küçük çocuklar, özellikle üç yaş öncesi, somut olarak görmeden, anlam vermekte zorlanırlar. Anne ne kadar anlatırsa anlatsın, hayatlarında nasıl bir değişiklik olacağını, yaşanacak süreci ve özellikle de bebeğin artık geri gitmeyeceğini önceden kestiremezler. Önceleri her şey yolunda görünebilir ama asıl mesele O’nun kalıcı olduğunu anladıkları zaman ortaya çıkar! Artık sevgi ve ilgi bölünecektir, her ihtiyaç duyduklarında anne orada olamayacaktır ve önceden saatlerce oyun arkadaşı olan anne artık zamanı ekonomik kullanmak zorundadır. Bizlerin bile değişiklikler karşısında yaşadığımız tedirginliği düşünecek olursak, tek odak noktası annesi olan bir çocuğun bu yeni düzen karşısında bocalamasını anlamak hiç de zor değildir.

Öncelikle bu sürecin doğal olduğunu kabullenmek ve onların gözünden dünyayı görebilmek gerekir. Çocuğumuz eğer üç yaşından küçükse, çok uzun uzadıya açıklamalar yapmak yerine, kısa ve net açıklamalar yapmak ve kardeşi olan akranlarıyla zaman geçirmesini sağlamak uygun olacaktır. Daha büyük çocuklara ise bunlara ek olarak daha ayrıntılı açıklamalar yapılabilir. Doktor kontrollerine eşlik ettirilebilir, ultrason görüntüleri gösterilebilir, hazırlıklara dahil edilebilir, soru sormasına ve duygularını paylaşmasına fırsat tanınabilir.

Beklenen gün geldiğinde ise, evde bir telaş olacağını düşünecek olursak, öncesinde bu dönem için iyi bir planlama yapmak işe yarayacaktır. Anne hastanedeyken diğer çocukla kimin ilgileneceği, annenin yoğun olduğu ve belki bakıma muhtaç olacağı ilk dönemlerde evde kimin büyük çocukla iletişim halinde olacağı gibi konular önceden planlanırsa büyük çocuk kendini güvende hissedecektir. Aile için en özel anlardan biri belki de, bebekle ilk kez tanışma anıdır. Hasretle beklenen ve çoğunlukla duygu yoğunluğu yaşanan o anda, büyük çocuk da kendi içinde bir bekleyiştedir aslında. Eğer mümkünse O’nu da o ana dahil etmek gerekir. Annenin kucağına bebeği ilk aldığı anda diğer çocuğuyla da ten temasında olması rahatlatıcı olacaktır. Bu süreç her zaman çok kolay atlatılamayabilir elbette.  ‘Anneciğim ben kardeşimi çok seviyorum’ derken bir yandan canını acıtmaya çalışabilir. Bazı çocuklar duygularını saklamadan ‘Ben onu istemiyorum, gitsin’ diyebilirken, bazıları da çevre tarafından uygun görüleceğini bildikleri davranışların altına sığınarak kaygılarını yaşarlar; sarılırken sıkıştırmak, öperken ısırmak, acıtmak gibi. Yaşı büyük olan çocuklarla duygularını konuşmak, endişelerini anlamaya çalışmak uygun olur. Fiziksel olarak zarar verdiğini gördüğümüzde kısa ve net bir açıklamayla o ortamdan uzaklaştırmak ama yaşananlara çok da büyük tepkiler verip olayları daha da büyütmemek gerekir. ‘Sen büyüksün kardeşine ver’  ya da ‘Sen ablasın / ağabeysin böyle yapmak sana yakışmıyor’ tarzı yaklaşımlar istediğimiz gibi sonuç vermeyebilir. Yaşı daha büyük olsa da bu, onun bir çocuk olduğu gerçeğini değiştirmez. Gerçekten paylaşmak istediğinde, gerçekten kardeşine sarılmak istediğinde, gerçekten bize yardım etmek istediğinde yapması bizim zorlamamızla yapmasından çok daha etkili olur. İşin içinde fiziksel bir temas olmadığı sürece taraf tutmamak ve kendi iç düzenlerini oluşturmaları için onlara fırsat vermek gerekir. Uygun ortam sağlandığında bir süre sonra iç dengeyi kuracaklardır. Aslında ihtiyaç duydukları şey çoğu zaman, bizimle eskisi gibi vakit geçirmek ve kendisinin hala bizim için değerli ve önemli olduğunu bilmektir. Çoğu zaman bunu bildiğini varsayarız. Oysa onlar yeniden ve yeniden bunu duymaya ve görmeye ihtiyaç duyarlar. O yüzden tüm zorluğuna rağmen büyük çocukla birebir zaman geçirmeye özen göstermek, paylaşımda bulunmak ona iyi hissettirecektir. Bazen büyük çocuğu memnun etmek için akrabalar ya da aile dostları büyük çocuğun yanında bebek hakkında olumsuz konuşmayı seçerler. Bu tür konuşmalar aralarındaki rekabeti arttırmaktan ve çatışmayı körüklemekten başka bir şeye yaramaz diye düşünüyorum.

Tüm diğer duygular gibi kıskançlık duygusu da doğal ve insana özgüdür. Biz yetişkinler toplumsal kurallarla kıskançlığımızı bastırmayı ya da baş etmeyi öğreniyoruz. Çocuklar ise bu duyguyla baş etmekte zorlanabiliyorlar. Hissettiklerinin doğal olduğunu fark edip onlara duygularını ifade etme şansı tanıdığımızda, duygularıyla uygun şekilde baş etme yollarını gösterdiğimizde bu süreç çok daha kolay atlatılacak ve yıllar sürecek beraberliğin tohumları sağlam atılacaktır. Aslında sadece onların gözünden dünyaya bakabilmek ve ihtiyaçlarını görebilmek bile çok şey değiştirir. Tüm bu olumsuz davranışlarla ne istiyor, ne anlatmaya çalışıyor olabilir diye bakabildiğimizde çözüme daha yaklaşmış oluruz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...