1 Şubat 2012 Çarşamba

Pazartesiden Cumartesiyi Bekleyenler!

Hayatı erteleyenlerden bahsediyorum. ‘O anı’ yaşamak yerine hep bir sonrasını bekleyenlerden. Evet, evet içimizden birilerinden ….Hiç düşündünüz mü, çevremde kaç kişi işini severek yapıyor diye. Hadi, boş verin başkalarını kendinize bir bakın. Ayağım geri geri mi gidiyor işe giderken yoksa keyifle mi gidiyorum? Saatleri mi sayıyorum yoksa saatlerin keyfine mi varıyorum. Gözüm hep masa üstündeki takvimde tatil günlerine mi odaklı, yoksa yaşadığım günde miyim? İçinizden ‘kim beklemez tatili’ dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, benim bahsettiğim o değil. Tatilleri sevenlerden değil, işini sevmeyenlerden bahsediyorum…Her pazartesi güne, bu gün ne zaman bitecek, ne zaman cuma gelecek diye başlayanlardan, ‘anı’ yaşamayanlardan, yaşadıkları günden keyif almayanlardan, boşa geçirilen hayatlardan…Neden mi boşa geçirilen? Kabaca bir hesapla insan ömrünün ortalama 8000 günü işte geçiyor. Düşünsenize işini sevmeyen biri bu 8000 günü, bu gün ne zaman bitecek diye karşılıyor. 8000 günü çöpe gidiyor. İnsan ömrü, günlerini çöpe atacak kadar uzun mu?

İşim üniversite öğrencileriyle sık sık bir arada olma fırsatı sunduğu için, onların üniversiteye giriş sürecini dinleme fırsatım oluyor. Duyduklarım pek iç açıcı değil ne yazık ki. Çoğu ya aile ya hoca yönlendirmesiyle bölümlerini seçmişler.  Ya da piyangodan ne çıkarsa yöntemiyle. Elbette, piyangodan her zaman büyük ikramiye çıkmıyor. Oysa o an verdikleri karar, hayatlarının büyük bir bölümünü etkileyecek olan mesleklerini seçmeye yönelik.  Bir başkasının senin üzerinde seçim hakkı olamayacak kadar önemli değil mi? Üniversite sınav sistemindeki çarpıklıklardan bahsetmeyeceğim burada. Mesele var olan şartlara göre seçimler yapabilmek. Seçimler yapabilmek için ailenin seçimlerine saygı duyduğu bir ortamda yetişmek gerekir elbette, seçim yapabilir bir insan olabilmek için seçimlerinin farkında olmak da. Neden bu bölüm diye sorun üniversiteye hazırlananlara. Gerçekten kaç kişi seçtiği ( ya da kendisi için seçilen) bölümü gerçekten tanıyor? Kaç kişi ne istediğini gerçekten biliyor? Şimdinin mutsuz üniversite öğrencileri, geleceğin mutsuz çalışanları olacak belki de.

Üniversiteye girerken yaptıkları yanlış seçime rağmen hayatlarını istedikleri gibi yönlendirebileceklerini günün birinde fark eden iki kişiden bahsedeceğim size. İlki Ayşegül Köksal, lise arkadaşım. İçinde hep bir cevher olan, yaratıcılık kanında olan, ama yıllarca bunu görmezden gelen arkadaşım. Üniversitede işletme okuyor. Okurken kendisine uygun olup olmadığını hissediyor mu bilmiyorum. Ama belli ki bir gün fark ediyor. Bir süre evde oturduktan ve birkaç kendine uygun olmayan iş deneyiminden sonra, asıl isteğinin moda olduğuna karar veriyor. Ya da hep istediği şeyi ortaya çıkarıyor diyelim. Otuz yaşından ve bir çocuktan sonra, moda üzerine eğitim alıyor. Gönülden sevdiği için mutlu oluyor. Mutlu olduğu için de üretiyor. Yasemin Öğün ile birlikte Mybestfriends adıyla kendi markalarını yaratıyorlar. Ve gözleri ışıldıyor, tüm sevdiği işi yapanlar gibi. İkincisi Gülçin Eren. Onun hikâyesine daha yakından tanığım çünkü aynı üniversitede okuduk. O da Uluslararası Finans’ı ‘ismi havalı’ geldiği için okuyor. Okurken kendine uygun olmadığının hep farkında. Hep mimar olmak istiyor. Olanlara gıpta ediyor. Birkaç mutsuz iş deneyiminden, iki çocuktan ve otuzundan sonra mimarlık okumaya başlıyor. Henüz yolun başında ama hep istediği şeyi yapmanın huzurunda.

Belli bir yaştan sonra hayatının yönünü değiştirmeye karar vermek kolay mı? Değil. Riskli mi? Evet. Zaten risk almaya cesareti olmaktır asıl mesele. Bahsettiğim risk öleceğini bile bile uçurumdan aşağıya atlamak değil elbette. Başka seçeneklerin de olabileceğini, seçtiğin hayatı değiştirme şansının ancak kendi elinde olabileceğini fark etmek.  Bazen seçtiğin yolda tökezlemeyi, birilerini arkanda bırakmayı, yorulmayı göze almak. Hiç kimse gelip ‘Biz bu hayatı senin için değiştirdik, şartlarını iyileştirdik, al buyur’ demeyecek. Eğer gerçekten istiyorsan hayatını ancak sen değiştirebilirsin. Risk almaya zorlanan insanları gözlemlediniz mi hiç? Hep bir bahaneleri vardır: ‘Hayat şartları bunu gerektirdi’ ,‘Babam zorladı’ ,‘Eşim izin vermedi’, ‘Ama çocuklar var’. Bahaneler ortadan kalkarsa kendi seçimleriyle ve sorumluluklarıyla yüzleşmek zorunda kalacakları için kolay olanı yaparlar: başkasını suçlamak. Seçim yapmak, karar vermek aynı zamanda kararından sorumlu olmak demektir çünkü. Bazen okumak değil, okulu bırakmaktır belki de gerçekten istediğin. Geçen gün şarkıcı Murat Boz’un röportajını okudum. Şöyle diyordu: ‘Özel bir üniversitede burslu okuyordum. Babam diploma diye tutturmuştu. Bursumun kesilmemesi için her sınavdan en az 80 almam lâzım, devam zorunluluğu var. Cebimde beş kuruş para yok. O dönem Tarkan’la çalışıyordum. Turneye çıkacaktık. Bir ay okulu asmam lazım ki bu imkânsız. Bir karar vermem gerekiyordu. Risk aldım. Okulu bıraktım. O şans burada olmamı sağladı.’

Mesele kendi doğrunu bulabilmektir. Mutsuz ve üniversite mezunu olmak yerine belki de mutlu ve mezun olmamak, bazen yeniden okumak, bazen işi bırakmak, bazen şehir değiştirmek bazen de iş değiştirmek… Ama önce değişimi istemektir. Evet, korkutucu ve zor olabilir bu süreç ama hiçbiri sevmediğin bir işi yapmak, sevmediğin bir hayatı yaşamak,  pazartesiden cumartesiyi beklemek kadar zor değil.







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...