27 Ocak 2012 Cuma

Bu Çocuk Uyumuyor!

‘Bir yerlerde yanlış mı yapıyorum, çocuğum gece yarılarına kadar ayakta’. ‘Bizim enerjimiz bitiyor onunki bitmiyor’. Ebeveynlerin en çok yakındığı uyku sorunları bunlardır değil mi? Anne baba için yorucu bir günün ardından, geç saatlere kadar ayakta olan bir çocuk zorlayıcı ve yıpratıcı olabilir. Ne de olsa akşam saatleri biz yetişkinlerin dinlenmek, sohbet etmek ve bir şeylerle ilgilenmek için ayırdığımız kıymetli bir zaman dilimidir. Ama sadece biz yetişkinler bunun farkındayız, çocuklar için bazen gece ve gündüz arasında hiçbir fark olmayabilir!

Aslında gece ve gündüz arasındaki farkı daha ilk haftalarda fark etmelerini sağlamak mümkün. Yeni doğmuş bir bebek için anne karnındaki düzenle ev hayatı pek örtüşmeyebilir. Hamilelikte, anne hareket halindeyken çoğunlukla uyuyan bebek, anne hareketsiz kaldığında uyanıktır çoğu zaman. Hamileliğimden hatırlıyorum, Rüzgar’ın en çok hareket halinde olduğunu geceleri uzandığımda hissederdim, gün içinde ise daha azdı hareketleri. Dünyaya geldikten sonra da uyumak için bir süre harekete ihtiyaç duyan bebekler işte böylece anne karnındaki hareketliliğe benzediği için, sallanarak uyumaya başlarlar çoğunlukla. Ama biz sessiz ve sakin bir ortamda uyuruz, harekette ve gürültüde değil öyle değil mi? İşte bunu öğrenmesi için bebeğe yardımcı olmak gerekebilir. Aslında tüm diğer aktivitelerde olduğu gibi, bir rutin oluşturmaya çalışmaktır asıl mesele. Hemen hemen aynı saatlerde uyuması için uygun bir ortam hazırlamak iyi olacaktır. Uygun bir ortam hazırlamakla, uyumaya zorlamak aynı şeyler değildir tabi. Tüm bu uygun ortama rağmen uyku konusunda dirençli birçok bebek var elbette. Ama çoğunlukla gördüğüm ve duyduğum şey bir rutin oluşturmayı denemeden, ya da tutarsız denemelerde bulunarak, ‘bu çocuk uyumuyor’ yakınmaları. Bu rutin nedir? Öncelikle hep benzer saatlerde sessiz ve sakin bir ev ortamı oluşturmak. Ev ortamı diyorum çünkü her gece başka bir yerde ya da dışarıda pusette, kalabalık misafir ordusu eşliğinde uyku saatini karşılamak zaten alışma sürecindeki bir bebeği daha da zorlayacaktır. Biraz bu süreçte kendimizi zorlayıp, gerekirse çevremizin de affına sığınarak mümkün olduğunca kendi yatağında ve kendi evinde uyku saatine hazırlamak gerekebilir. Rahatlatıcı bir müzik ya da ninni, uyku öncesi banyo da bunlara eşlik edebilir. Asıl mesele bebeğin bu düzeni fark etmesi ve bir sonraki adımı hissetmeye başlamasıdır aslında. Bir başka önemli nokta ise, gece beslenmeleri ve alt değiştirme esnasında ışığı çok açmadan, loş bir ortamda ve sessizce çabucak bu işleri yapmak olacaktır. Daha önce de bahsettiğim gibi bebekler düzeni sever ve düzen içinde rahat hissederler. Rüzgar’da bu anlamda denediğim birçok şey onun gece uykularına düzenli bir şekilde geçmesi açısından işe yaradı. İlk aylarda takıntılı bir biçimde aynı saatlerde hep evde olmaya özen gösterdim ve o günlerden itibaren hastalık v.b. durumlar dışında gece uykusuna aynı saatlerde geçiyor. Belki doğuştan getirdiği özelliklerle böyle bir uyku düzenine yatkındı ama ben de bu düzeni desteklemek için elimden geleni yaptım.

Çoğunlukla annelerin kafasını karıştıran bir konu da, ağlatarak kendi kendine uyumasını mı beklemeliyim yoksa ağlamasına göz yummayıp yanıma mı almalıyım düşüncesi.  Ağlatarak alıştırmaya çalışmak yöntemine önceden beri karşıyım. Karşımızda her ne pahasına olursa olsun kuralları öğrenmesi gereken bir robot yok çünkü. Evet, bir süre ağlattığımızda çaresizlikten öğrenebilir belki tek başına uyumayı ya da sallanmadan uyumayı ama kaygı duyan ve kendini güvensiz hisseden bir çocuk olma ihtimali de yüksek olacaktır. Rüzgar’ın kendi odasına geçmesi altı buçuk aylık olduğu zamana denk geliyor. Aylardır yanımda olan bebeğim ilk kez kendi odasına geçtiğinde bir burukluk yaşadığımı hatırlıyorum. Ama gece sık sık beslemek için yanına gitmenin bana yaşattığı zorluk dışında onun açısında belirgin bir zorluk yaşandığını hatırlamıyorum. Kolayca yerine alışmıştı. Hastalık zamanlarında gece yanımıza aldığımız zamanlar oldu ama bu bir düzene dönüşmedi. Hala devam eden ve artık yavaş yavaş değiştirmeyi umduğum bir alışkanlığı var; sallanarak uyumak. En güzeli elbette bir çocuğun kendi kendine uykuya dalması olacaktır. Bunu değiştirmek için çaba harcamadım henüz, gerçekten hazır olduğunda kendi kendine uyuyacaktır diye düşünüyorum. Düzen sağlamak için yaptığım şeylerden birisi de,  anne sütünü vermeyi kestikten sonra geceleri beslememek oldu. Eğer beslersem, uykusunun bölüneceğini ve bu düzene alışacağını düşündüm çünkü. Karnımız gündüz doymuşsa eğer, biz de gece beslenmiyoruz değil mi?

 Tabi bu aşamaya gelene kadar uykusuz gecelerimiz de oldu zaman zaman. Ama hep bir sıkıntısı olduğundaydı bunlar. Hatırlıyorum da azı dişleri çıkarken, tam bir ay uykusuz geceler yaşamıştık. Bunun dışında hastalıklar en temel uyku engelleyiciler oluyor elbette. Ve büyüme aşamasındaki geçiş dönemleri; yürümeye başlamak, emeklemeye başlamak, konuşmaya başlamak. Gündüz yeni öğrendiği becerileri gece uyku arasında tekrar etmeye çalışan çocukların uykusu, bu sebeplerle de sık sık bölünebiliyor. Tıpkı bizim gün içinde bir işle ya da kafamızı meşgul eden bir şeyle çok yoğun bir şekilde uğraştığımızda uykumuzun kaçması ya da uykumuzda sürekli bunlarla meşgul olmamız gibi. Eğer önceden kaliteli bir uyku düzeni varsa çocuğumuzun ve birden aksaklıklar olmaya başlamışsa, hayatımızda bir şeyler kötüye gidiyor mu (aile içi çatışmalar, şiddet v.b), düzenimizde bir değişiklik oldu mu (bakıcı değişikliği, boşanma, ev, şehir değişikliği v.b.) ve uzun saatler ondan ayrı kalıyor muyuz diye gözden geçirmek iyi olabilir. Eğer bunlardan bir ya da bir kaçına cevabımız evet ise çocuğumuz belki de kaygı yaşıyordur. Kaygı bir çocukta önce uyku ve beslenme düzenindeki aksamalarla kendini belli eder, yine tıpkı biz yetişkinlerde olduğu gibi. Aynı zamanda gündüz uykularının uzun olması ve gündüz enerjisini boşaltamamış olmak da gece uykusunu olumsuz etkileyebilir.

Sadece ebeveynlerin rahatı için değil elbette, çocukların büyümesinde etkili olan ve gece karanlıkta salgılanan melatonin hormonundan faydalanmak için de gece uykuda olmalarına özen göstermeliyiz.O yüzden de çocuklar için hava karardığında uykuda olmak bir haktır!Ve hep söylediğim gibi; her çocuğun kendine özgü bir döngüsü vardır. Bizim uğraşlarımız onların var olan yatkınlıklarını düzene koymaya yarayabilir ancak. Nasıl yetişkinler birbirinden farklı bir uyku düzenine sahipse, onlar için de benzer bir durum söz konusu. Ama ‘benim çocuğum erken uyumuyor’ demeden önce biz bir rutin oluşturmak için her şeyi yaptık mı diye gözden geçirmekte fayda var.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Bir Montessori Seminerinin Ardından

Uzun süredir beklediğimiz seminerimiz Pazar günü gerçekleşti. Keyifli ve bilgilendirici anlatımıyla sevgili Hilal Mutlusoy Öktem’den geriye damağımızda güzel bir tad kaldı. Pazar günü birçok şey konuşuldu. Benim burada yazacaklarım sadece satır başları. Konuşmaya katılıp başka ayrıntılar yakalayanların da düşüncelerini okumak isterim doğrusu:

‘Çocuk kamera gibidir 7 yıl ne çekersen, 77 yıl onu görürsün’ Maria Montessori

-0-6 yaş döneminde zihnimize kazınan bir çok şey gibi dokunma duyusuyla edindiğimiz deneyimler çok önemlidir. Bol bol dokunmasını teşvik etmek, farklı dokuları keşfetmesine fırsat sunmak önemlidir.
-Çocuğun ilk materyalleri elleridir. Diğer nesneleri kullanmayı öğrenmeden önce ellerini ustalıkla kullanmayı öğrenmeleri teşvik edilmeli. Tüm günlük yaşam aktiviteleri bunu destekleyebilir. Birilerine bir şeyi servis etmek, masaya çatal bıçak taşımak gibi. Zaten yaptıkları birçok şeyi bir ritüele çeviren çocuklar için tek tek nesneleri bir yerden bir yere taşımak her zaman keyif vericidir. ‘Hayır, yapamazsın’ gibi cümlelerle sınırlamak yerine sadece güvenli taşıma yolları gösterilmeli. Bir kabı, tabağı v.s. taşırken iki ellerini kullanmaları, makası taşırken uç kısmını ellerinin içinde taşımaları gibi.
-Koku duyularını uyarmak da dokunma duyularını uyarmak kadar önemlidir. İlerde zihinlerinde kalanlar bu duyu organlarıyla keşfettikleri olacaktır.
-Her bir duyu organını aynı anda uyarmaktan çok, ayrı ayrı uyarmak hem daha iyi konsantre olmalarına hem de daha çok içselleştirmelerine fırsat verir.
-Uyaranlarla ilgili sürekli geri bildirim vermektense kendilerinin keşfetmesine izin vermek daha etkilidir.
-Çok fazla uyaran içeren eğitici olduğu varsayılan! bir çok oyuncak yerine evdeki günlük malzemeler çok daha faydalı materyallere dönüşebilir. Oyuncak sayısını sadeleştirmek ve bol uyarandan uzak tutmak daha faydalıdır.
-Televizyon konusunda da önemli uyarılarda bulundu Hilal. Özellikle 0-3 yaş döneminde öncelikle gerçek hayatı algılaması gereken çocuklar, çok fazla ve hareketli uyaranla karşılaştıklarında gerçek hayatta hem konsantre olma güçlüğü çekebiliyor hem de çok çabuk sıkılabiliyorlar. Güzel bir örnek verdi bununla ilgili. Bir çizgi filmde annesiyle pizza yapan bir çocuk pizzanın 3 dakikada piştiğini görüyor. Oysa gerçek hayatta bu mümkün değil! Ama henüz bu ayrımı bilemeyen çocuk hayatı da bu hızda yaşamak isteyebiliyor.
-Herhangi bir şeyi öğretirken öğretilen şeyin mantığını anlamaları için daha görünür kılmak bol bol anlatmaktan çok daha etkilidir. Örneğin, ellerinin kirli olduğunu ve yıkaması gerektiğini anlattığımız bir çocuk, kir görünür bir şey olmadığı için pek de umursamayabilir. Ama musluğun altına bir leğen koyarak kirin burada toplanmasını sağlarsak, görünür bir şey haline gelir ve çocuk açısında anlam kazanır.
- Evin çocuğa göre düzenlenmesinden de uzunca bahsetti. Ben daha önce bundan uzun uzun bahsettiğim için burada girmeyeceğim. Her alanda çocuğa özgü düzenlemeler onu özgürleştirirken aynı zamanda huzurlu olmalarını sağlıyor.
-Montessori’nin sınırsız özgürlük ve disiplinsizlik olmadığını, tam tersi herkesin sınırlarının belli olduğu bir yaşam sağladığını vurguladı.
-Montessori okullarındaki sistemi anlatırken, izlediğimiz video aslında bu düzenlemeyle nasıl çocukların sakin ve uyumlu davranabildiğini gösterdi bize.
-Ve hep benim de vurguladığım, oyun gruplarında da ısrarla söylediğim gibi, sessizliğin onlara ne kadar iyi geldiği ve konsantrasyonlarını arttırdığı gerçeğini bir kez daha gördük.

Hep çevremden duyduğum şey, 'Acaba bu sistem tam olarak uygulanabilir mi?'Hilal’in de dediği gibi her evin, ailenin bir dinamiği var, önemli olan kendi düzeninin içine bu sistemi yerleştirebilmek. Kendini zorlayarak, yapılması gerekiyor düşüncesiyle değil içselleştirerek yapabilmek önemli diye düşünüyorum ben de. Herkesin o günden kendine bir şeyler bulabildiğini umarak, Hilal’e ve zaman ayırıp gelenlere tekrar teşekkür ediyorum.

13 Ocak 2012 Cuma

Yaz Kış Fark Etmez Aktiviteler Tükenmez

Havalar soğudukça anneleri daha bir endişeli görüyorum.Çocuklarını dışarıya çıkartmak konusunda tedirgin olanların sayısı hiç de az değil. Anne olmak zaten genel olarak bir endişe yumağı.Hastalıklar ise ebeveynleri en çok endişelendiren konuların başında geliyor. Soğuk hava ve hastalıklar eş anlamlı görülüyor. Oysa çocukların yaz kış demeden açık havada olmaya ihtiyaçları var. Enerjilerini boşaltmak,hareket etmek,temiz hava almak en temel hakları. Gerekli önlemleri aldıktan sonra kışın dışarıda olmamak için sebep yok. Sadece sıkı giyinmek yeterli. Hem kalabalık alışveriş merkezleri ve kapalı alanlar hastalıklara daha çok davetiye çıkartmıyor mu?

Peki kışın dışarıda neler yapılabilir? Oyun parkları yaz kış demeden cazibesini koruyor çocuklar için. Kaydırak,salıncak bir çok çocuğun geri çevirmeyeceği eğlenceler. Hem başka çocuklarla bir araya gelmek için de fırsat yaratıyor. Yeşil alanlar ve deniz kenarları da soğuğa rağmen değerlendirilmeli. Ağaçlar, çiçekler, çimenler küçük çocukların keşfetmeye bayıldığı bir çok çeşit içeriyor. Farklı dokuları keşfetmek,hem dokunma duyularını hem meraklarını besliyor. Ellerine aldıları doğal nesneleri koklamak da öyle.Soğuğa rağmen suyla yapılacak aktiviteler de var.İşte suyla boyama.Bizim bu aralar Rüzgar'la severek yaptığımız bir aktivite:
Çiçekler ve taşlarla ilgilenmek de Rüzgar'ın sevdiği aktiviteler:

Taşları tek tek doldurup boşaltırken hem dokuları hem de çıkarttıkları ses hoşuna gidiyor.Aktiviteler sizin hayal gücünüzle ve çocuğunuzun istekleriyle sınırlı.Yeter ki isteyin!

12 Ocak 2012 Perşembe

‘Kendime Doğru Yolculuk’ Yaşantı Grubu

Yeni yıl yeni umutlar, yeni başlangıçlarla geldi...Beni heyecanlandıran bu yeni çalışmamızı sizinle paylaşmak istedim.Kendine doğru yolculuk yapmak isteyenler için kişisel farkındalık grubu kuruyoruz.İşte ayrıntılar:
Kendime Doğru Yolculuk’ Yaşantı Grubu
Bu grup;
Kendi içimizde bütünleştiremediğimiz yanları keşfetmek,
Bedenimizi tanımak ve bize gönderdiği sinyallere anlam vermek, Bedenimizi hareket ettirmenin yeni yöntemlerini bulmak,
Kişilerarası iletişimimizde sürekli tekrar eden davranış kalıplarını fark etmek,
Seçimlerimizi yeniden gözden geçirmek ,
Kendimizi daha iyi ifade edebilmek,
Hayatımızda kaygı yaratan durumları tespit etmek ve üzerinde çalışmak,
‘Şimdi ve burada’ duygu, düşünce ve davranışlarımızı uyumlu hale getirebilmek ve gelişmek için içsel dünyamıza bir yolculuk fırsatı sunuyor.

“Kendime Doğru Yolculuk Yaşantı Gurubu” insan değişim ve gelişim için ihtiyaç duyduğu bütün kaynakları içinde barındırır ilkesinden yola çıkıyor. Doğaçlama, rol oynama gibi tiyatro ya da yaratıcı drama tekniklerinden ve psikolojik yöntemlerden yararlanarak içten, güvenilir bir ortamda paylaşımlarda bulunup değişim için bir adım atmaya davetlisiniz.

Grup Liderleri:
Serra Görgün, Uzman Psikolog

1979 Trabzon doğumludur. İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü 2003’de ‘bitirdi. Lisans eğitiminin son senesinde İstanbul Tıp Fakültesi’nde ‘Bağımlılık Terapisi’ eğitimi aldı. Aynı sene İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Bağımlılık Polikliniği’nde çalışmaya başladı ve iki sene burada Bağımlılık Danışmanlığı yaptı. 2005’den itibaren Karadeniz Teknik Üniversitesi ‘nde öğrencilere ve personele danışmanlık hizmeti vermektedir. Gestalt Terapi ve Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimlerine katılmış olup danışanlarına bu iki yaklaşımı sentezleyerek destek vermektedir. 2010 yılında K.T.Ü’de Sağlık Psikolojisi Yüksek Lisansı’nı ‘Madde kullanımı ve anne babaya bağlanma biçimleri’ konulu tez çalışmasıyla tamamlamasının yanı sırsa 2010-2011 eğitim döneminde K.T.Ü. Hemşirelik Bölümü’nde ders vermiştir. Kasım 2011’den itibaren çocuklara yönelik ‘Trabzon Oyun Grubu’ adı altında gelişimi destekleyici anneli oyun grupları düzenlemektedir. Aynı zamanda K.T.Ü. Engelli Öğrenci Birimi Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Duygu Dokgöz, Tiyatro Oyuncusu
1979 Trabzon doğumludur. Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı’nı 2003’ de bitirdi. Lisans eğitimi sırasında Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda çeşitli oyunlarda rol aldı. Mezuniyetinden hemen sonra Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda ‘sözleşmeli mezun sanatçı’ olarak çalışmaya başladı. 2003–2011 yılları arasında Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda toplam 25 oyunda çeşitli rollerde görev aldı. Devlet Tiyatroları’nın 2010 yılında açmış olduğu Sanatçı sınavını kazanarak Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda Kadrolu sanatçı olarak çalışmaya başladı. 2004’ den itibaren Trabzon’da çeşitli okullarda, kurum ve kuruluşlarda, Halk Eğitim Merkezi’nde ve Tevfik Serdar Kültür Merkezi’nde Diksiyon ve Drama eğitimi vermektedir.

Katılımcı Sayısı: En fazla 10-12 kişi
Başlangıç tarihi: 7 Şubat 2012,Salı
Süre: 12 hafta, Salı günleri iki saat
Saat: 19.00-21.00
Yer: Trabzon Devlet Tiyatrosu ‘Halil Ayan Salonu’
*Grup yetişkinlere yöneliktir.
**Düzenli katılım beklenmektedir. Katılımcı sayısı sınırlıdır. Katılım için kesin kayıt yaptırılması gerekmektedir.
Ayrıntılı bilgi ve kayıt için:
serragorgun@yahoo.com 0 505 2744636
duygudokgoz@hotmail.com 0 505 5628223
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...