29 Nisan 2012 Pazar

Yemeği eğlenceli hale getirmek için...



Çocuklar her zaman iştahla yemek yemiyor.Bu aralar oğlum hasta  ve iştahı oldukça kapalı olduğu için belki de, bu blog  ilgimi çekti..Çocuklarla yapılabilecek eğlenceli aktiviteler ve keyifli öğünler için ilgi çekici fikirler var. Biraz emek ve yaratıcılık istiyor.Karşınızda,kahvaltı ve ara öğünleri sanata dönüştüren bir annenin sanat eserleri:

bento147Funfoodfriday90
DSC_0502 copy-2-cs3-blog


bento148




3 Nisan 2012 Salı

Eyvah! İki Yaş Sendromu!

Birkaç gün önce evde Rüzgar’la, koltukta oturuyoruz. Benden süt istedi. Bazen ilgiyi üzerine çekmek istediğinde bazen de gerçekten süt istediğinde yaptığı gibi…Ben ikinci seçeneğin geçerli olduğunu varsayıp, ‘Tamam annecim, sen otur ben sana getiriyorum şimdi’ dedim. Mutfağa gidip bir bardak süt getirdim. Sütü alır almaz ve gözlerimin içine baka baka bir bardak sütü koltuğa boca etti. O anda siz olsanız neler hissederdiniz bilmiyorum ama ben bir alev topunun ayaklarımdan başıma kadar çıktığını hissettim. Saniyeler içinde, tepki vermekle vermemek arasında bocaladım. Sadece ‘Ben peçete almaya gidiyorum’ deyip kendimi mutfağa attığımı hatırlıyorum. Peçeteyi alıp geri geldiğimde biraz sakinleşmiştim, Rüzgar ise yere inmiş başka şeylerle ilgilenmeye çoktan başlamıştı. Yaptığının hoşuma gitmediğinin farkındaydı bunu sessizliğinden anladım. ‘Gel birlikte temizleyelim’ dedim, bir şeyleri silmek bu aralar en favori eylemlerinden olduğu için hemen katıldı. O silerken, ben içimden bu ve bunun benzeri olayların sıklıkla tekrarlanacağı iki yaş sendromuna hoş geldin Serra diyordum!

Nedir bu iki yaş sendromu? Bazı çocuklarda iki yaşından bir süre önce bazılarında ise bir süre sonra ama çoğunlukla iki yaş civarında görülen, çoğu zaman ergenlik dönemine benzetilen, çocuğun inatlaşmaları, tutturmaları ve sınırları zorlamalarıyla şekillenen bir dönem. Ergenlik dönemini nasıl birbirimizden farklı geçiriyorsak, çocukların bazıları bu dönemi daha sakin bazıları daha hareketli geçirebiliyor ama hepsi, sağlıklı gelişimin bir parçası olarak, bir şekilde bu dönemde kendini ortaya koymaya çalışıyor. ‘Ben buradayım’ ,‘Gücümü fark edin’ diyorlar aslında tüm bu yeni davranış şekilleriyle. Fiziksel olarak da kendini daha güçlü ve yeterli hisseden çocuk, gücünün farkına vararak, birçok şeyi kendisi denemek ve yapmak istiyor. ‘Bırak ben kendim yerim’,’Ben giyeceğim/giymeyeceğim’, ‘Ben alırım, tutarım, giderim’. İşin özü: ‘Ben her şeyi yaparım.’ Ebeveynler için ise kaygılı bir süreç başlıyor. O zamana kadar her şeyi bizden bekleyen çocuğumuz birden bire ‘Gölgelerin gücü adınaaaa, güççç bende artık’ kıvamında etrafta dolaşmaya başlıyor. Aslında neleri yapıp yapamayacaklarını ve bizim nelere tepki verip vermeyeceğimizi test etmeye çalışıyorlar. ‘Gücüm neye yetiyor?’, ‘Annem-babam her şeye rağmen beni sevecek ve benimseyecek mi?’.

Peki, biz neler yapıyoruz? Öncelikle kafamız karışıyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Öyle ya, karşımızda, elindekini birden bire yere boşaltabilen, uyumaya, yemeye direnç gösterebilen, bizimle inatlaşan bir çocuk var artık. Oysa bizim kafamız karıştıkça, onlar sınırları zorluyorlar. Tutarlı olmak, hayır dediğimize sonra evet dememek ve gerçekten gerektiği zaman ‘hayır’ demek işi kolaylaştırabilir. Gerçekten neler ‘hayır’ gerektirir? Dünyanın her yerinde tüm ebeveynlerin uygun görmeyeceği şeyler: Elinde bıçakla koşmak, pirize elini sokmak, pencereden aşağıya sarkmak, birini dövmek ya da birine fiziksel zarar vermek v.b. Bu tür davranışlar dışında kalan birçok şey ise aslında ‘keyfi hayır’lar. Evet, kitaplığımızdaki kitapların bir anda aşağıya çekilmesinden, koltuğumuzun üzerine bir bardak süt dökülmesinden, duvarlarımızın kalemle boyanmasından hoşlanmayabiliriz. Ama her hoşumuza gitmeyene hayır diyerek, gerçekten işe yarayacak zamanlardaki hayırları tüketmiş ve geçersiz kılmış oluyoruz. Bunun yerine, ‘hayır’ demeye fırsat vermeyecek bir çevre düzenlemesi işe yarayabilir. Çocuğumuzun duvarları çizme ihtiyacı mı var, o zaman boydan boya uzanan bir kağıdı duvara yapıştırmak; bir şeyleri yere dökmeye ihtiyacı mı var, o zaman kaptan kaba boşaltma, aktarma oyunları organize etmek iyi gelebilir. Her şeye rağmen sınırları zorluyor ve hoşumuza gitmeyen şeyler mi oluyor o zaman güç savaşına, söz düellosuna girmeden, alıp o ortamdan uzaklaştırmak ve görmezden gelmek gerekir. Evet, evet görmezden gelmek. Gözümüzün içine baka baka hiç olmadık bir şeyi yaptığında görmezden gelmek zor olsa da, mücadeleye girmekten çok daha etkilidir. Mücadeleye girmek, tepki vermek aslında onların gözünde ‘sana ilgi gösteriyorum’ demektir. Eğer bir çocuk yaptığı davranış karşısında ilgi görüyorsa ne yapar? Elbette yaptığı davranışı sürdürür. Tepki almamak, yok sayılmak ise hiçbir çocuğun hoşuna gitmeyecektir. Üst üste denemelerle, yaptığı olumsuz davranışa tepki almadığında vazgeçme ihtimali daha yüksek olmaz mı sizce? Aslında olayları çığırından çıkaran öfke patlamalarına sebep olan şey çoğunlukla anne babalar ya da büyükler arasındaki fikir ve davranış farkları, tutarsızlıklar. Herkesten aynı tepkiyi ( ya da tepkisizliği)  gören çocuk bir zaman sonra nasıl davranması gerektiğini fark edecektir. Bir an önce kuralları öğrensin, nerede ne yapacağını bilsin, sınırları zorlamasın istiyor olabiliriz ama kötü bir haberim var, bu dönem bu saydıklarım için pek uygun bir dönem değil.

Aslında işin özü sabredebilmek, iplerin kopmaya en yakın durduğu noktada soğukkanlı olabilmek, olamayacağımızı hissettiğimizde bir başkasından yardım istemek, mola vermek ve bu sürecin gelişimin doğal bir parçası olduğun farkında olabilmek. Bizim üstün mücadelemiz sonucu bastırılan, korkutulan, kurallarımıza harfiyen uydurduğumuz bir çocukla da karşılaşabiliriz ama bu dönem özerklik ve kendini ortaya koymak adına bulunmaz bir fırsat. Bu fırsatı doğru değerlendirmek iyi olmaz mı?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...